Allah Teâlâ, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafâ’yı (s.a.v) insanlığı irşad edip doğru yola çağırması için son elçisi olarak vazifelendirmiştir. Bunu bize şu âyetlerde haber verir:“Yâ-sîn. Hikmet dolu Kur’ân’a andolsun ki, sen kesinlikle dosdoğru bir yolda yürümek üzere gönderilmiş peygamberlerden birisin.” (Yâsîn 36/1-4)“Muhammed Allah’ın rasûlüdür.” (el-Fetih 48/29)
Alemlere Rahmet Olarak Gönderdik
Allah Teâlâ, Muhammed (a.s)’ı, başta iman edenler olmak üzere bütün âlemlere olan rahmeti sebebiyle ve o bütün âlemlere rahmet olsun diye gönderdiğini bildirmektedir:“Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ 21/107)O, kendisine tabi olan, getirdiği hidayetle doğru yolu bulan, Rabbinin katından getirdiği şeyleri tasdik eden kimseler için hem dünyada hem de âhirette bir rahmettir. Zira Allah bu insanları onunla hem önceki kavimlerin başına gelen dünyevî azaplardan hem de dalaletten kurtarmış ve ona ittiba etmeleri sebebiyle kendilerini cennetlerine koyacağını vaad etmiştir. Rasûlullah (s.a.v) kâfirler için bile rahmettir. Her ne kadar âhirette ondan istifade edemeseler de dünyada, peygamberlerini yalanlayan önceki kavimlere âcilen isabet eden yere batırılma, gökten üzerlerine taş yağması gibi toplu belâlardan korunmuşlardır.Müminlere Karşı Şefkatli ve Merhametli
Allah Teâlâ, Rasûlü’nü bilhassa mü’minlere çok düşkün, çok şefkâtli ve merhametli kılmıştır:“Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, size çok düşkündür, mü’minlere karşı şefkat ve merhamet doludur.” (et-Tevbe 9/128)Yüce Rabbimiz onu kıyâmete kadar gelecek tüm insanlığa peygamber yapmış ve bizlere ona inanmayı, itaat ve ittiba etmeyi farz kılmıştır. Kendisini sevmeyi de ona ittibaya bağlamıştır:“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir. De ki: Allah’a ve Rasûle itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân 3/31-32)Cenâb-ı Hak, Rasûlü’ne İtaati Kendisine İtaat SaymıştırCenâb-ı Hak, Rasûlü’ne itaati kendisine itaat saymıştır:“Rasûl’e itaat eden Allah’a itaat etmiş olur, yüz çevirenlere gelince seni onlara bekçi olarak göndermedik.” (en-Nisâ 4/80)Allah Teâlâ pekçok âyette Rasûlü’ne itaat ve ittibâyı bilhassa vurgular ki bunların birinde şöyle buyurur:“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ülü’l-emre (âlimlere, idarecilere) de itaat edin. Eğer Allah’a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorsanız, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz bir meseleyi hemen Allah’a ve Peygamber’e götürün. Böyle yapmanız, elde edilecek sonuç bakımından hem daha hayırlı ve hem de en güzelidir.” (en-Nisâ 4/59)Allah’a itaat etmek, O’nun vahiyle bildirdiği emir ve hükümlerine itaat etmek demektir. Peygambere itaat ise onun hadislerine ve sünnetine uymayı gerektirir. Âyette “itaat edin” emrinin hem Allah, hem de Rasûlü için tekrar edilmesi bunu açıkça gösterir. Zâten Rasûlullah (s.a.v) de Kur’ân’da yer almayan hususların çoğunda yine Allah’tan aldığı sünnet vahyi istikametinde hareket ediyor, kendi ictihadıyla yaptığı işler ve açıklamalar ise ilâhî kontrol altında bulunuyordu. Kendi ictihadıyla verdiği hükümler isabetli ise ilâhî tasdike mazhar oluyor, hatalı ise derhal düzeltiliyordu. Kur’ân ve sünnette bunun pek çok örneği yer alır. Zira bir peygamberin hata üzere bırakılması hikmete uygun değildir. Bu durumda hem Kur’ân hem de sünnette yer alan hükümlerin hepsinin de ilahî kaynaklı olduğunu, Allah Rasûlü’nün kendi görüşlerinin de en azından Allah’ın tasdikine mazhar olduğunu söylememiz mümkündür. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:“Rasûlüm! Doğrusu biz, ilâhî gerçekleri ortaya koyan bu kitabı sana, insanlar arasında Allah’ın gösterdiği şekilde hüküm veresin diye indirdik.” (en-Nisâ 4/105)Rasûlullah (s.a.v) Kur’ân’ı Allah’ın Kendisine Öğrettiği Şekilde Tefsir Etmiştir
Yani Rasûlullah (s.a.v) Kur’ân’ı Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde tefsir etmiştir. Bu sebeple Allah (c.c), onun verdiği hükümleri içimizde hiçbir sıkıntı hissetmeden tam bir teslimiyetle kabul etmemizi emreder:“Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (en-Nisâ 4/65)“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlü’ne çağrıldıkları zaman mü’minlerin yegâne sözü ancak: «Baş üstüne! İşittik ve itaat ettik» şeklinde olur. İşte kurtuluşa erecek olanlar, yalnız bunlardır.” (en-Nûr 24/51)“Bir mü’min erkek veya bir mü’min kadının, Allah ve Rasûlü bir emir ve hüküm verdiklerinde artık işlerinde bundan başkasını seçme hakları olamaz. Allah’ın ve Rasûlünün emrine itaat etmeyenler doğru yoldan açıkça sapmışlardır.” (el-Ahzâb 33/36)Allah Teâlâ, insanların, Allah ve Rasûlü’nün önüne geçmelerinin ve elçisine karşı saygıda kusur etmelerinin son derece tehlikeli olduğunu bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:“Ey iman edenler! Allah ve Rasûlü’nün önüne geçmeyin, Allah’a itaatsizlikten sakının! Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir. Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinden fazla çıkarmayın, birbirinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın; sonra farkında olmadan amelleriniz boşa gider.” (el-Hucurât 40/1-2)Ona saygısızlık etmek bu kadar tehlikeli ise muhalefet etmek, emirlerine karşı gelmek kim bilir insanı hangi uçurumlara sürükler. Yüce Rabbimiz şöyle îkâz eder: “Rasûlün çağrısını aranızda, birinizin diğerini çağırması gibi görmeyin. Aranızdan gizlice sıvışıp gidenleri Allah elbette bilir. Onun emrine aykırı davrananlar başlarına ya bir belânın gelmesinden yahut can yakan bir cezaya çarpılmaktan korksunlar!” (en-Nûr 24/63)RASÛLULLAH (S.A.V) EFENDİMİZ’İN EN MÜHİM VAZİFESİ
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in en mühim vazifesi kendisine gelen vahyi derhal okuyup tebliğ etmek, gerektiğinde tefsir ve beyân etmek, emrolunduğu şekilde istikâmet üzere amel etmek ve yaşamaktı. Şimdi bunları maddeler hâlinde biraz açalım:Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in Kur’ân-ı Kerîm’le ilgili birinci vazifesi onu okuyup insanlara tebliğ etmekti. Allah Teâlâ ona şöyle buyurmuştur:
Allah Rasûlü’nün ikinci vazifesi anlamı kapalı olan ve açıklamaya ihtiyacı olan âyetlerin mânâlarını beyân etmekti:
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in üçüncü vazifesi Kur’ân’ın ahkâmını fert, aile ve toplum hayatına tatbik etmekti:
Rasûlullah (s.a.v)’in bir vazifesi de Kur’ân-ı Kerîm’de hükmü açıklanmayan konularda yine vahye dayalı olarak İslâm’ın hükümlerini açıklamaktı. Yani o sünnet vahyi ile, Kur’ân’da olmayan hükümler ve bilgiler de getirmişti. Bunun bazı misalleri şunlardır:
RASÛLULLAH (S.A.V) EFENDİMİZ’İN KUR’ÂN-I KERÎM’İ TEFSİRİ
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in Kur’ân-ı Kerîm’i tefsiriyle ilgili birkaç misal verelim:Kur’ân-ı Kerîm’de “salât”, “zekât”, “savm”, “hac” gibi ibadetler emredilmektedir. Bunların, bilinen lügat mânalarının yanında, geniş muhtevalı dinî anlamları da vardır. Bunları Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) söz ve fiilleriyle tefsir etmişlerdir. Buna “Mücmelin beyânı veya tafsili” denilir. Meselâ Rasûlullah (s.a.v);
- Namazın nasıl kılınacağını,
- Vakitlerini,
- Rekât sayılarını,
- Namazın farz ve vaciplerinin neler olduğunu,
- Zekâtın nasıl, ne zaman ve ne miktarda verileceğini,
- Orucun nasıl tutulacağını,
- Orucu bozan şeyleri,
- Haccın nasıl ifâ edileceğini
Kur’ân-ı Kerîm’de kapalı, mânâsı anlaşılamayan bazı âyet-i kerîmeler vardır. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) âyetteki bu kapalı yönleri izah eder. Buna “Müşkilin tavzîhi” veya “Mübhemin tavzîhi” denilir. Meselâ:
Kur’ân-ı Kerîm’de, aslında kesinlikle öyle olmadığı halde, zâhiren bakıldığında sanki birbirine zıt mânâ ifade ediyormuş gibi gözüken bir kısım âyet-i kerîmeler vardır. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), yaptığı açıklamalarla bunların arasını telif etmiş, zihinlere takılan soruları cevaplamışlardır. Meselâ mü’minlerin cennete gireceğini vaat eden pek çok âyet-i kerime vardır. Bununla birlikte;
Kur’ân-ı Kerîm’de insanların kendi anlayış ve ictihadlarıyla sınırlandırılması mümkün olmayan hükümler vardır. Bunları görünen halleriyle uygulamak da zordur ve çok farklı tartışmalara yol açabilir. Neticede sıhhatli bir hükme de varılamaz. İşte Rasûlullah (s.a.v) yaptığı açıklamalarla bu buyruklara bir sınır getirmişlerdir. Buna “Mutlakın takyîdi” denilir. Meselâ âyet-i kerimede;
- Sağ elin mi sol elin mi kesileceği,
- Omuzdan mı, dirsekten mi, bilekten mi, el ayasından mı kesileceği söylenmemiştir. Yani kesme fiiline bir sınır getirilmemiştir.
- Ayrıca el kesmek için ne kadar malın, nereden ve ne şekilde çalınması gerektiği de bildirilmemiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de bazı umûmî hükümler vardır. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) bu hükümleri belirgin hâle getirir. Buna “Âmmın tahsîsi” denir. Meselâ âyet-i kerimede; “Kesilmeden ölen murdar hayvan size haram kılındı” buyrulur. Acaba kesilmeden ölen bütün hayvanların eti haram mıdır, yoksa bunun istisnası var mıdır? Rasûlullah (s.a.v) balığı bu hükmün dışında tutar ve “balığın ölüsünün helâl olduğunu” bildirir.
Allah Rasûlü (s.a.v), bazen âyet-i kerimelerde anlaşılması zor olan kapalı kelimeleri tefsir eder. Nitekim:
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), bazen tilâvet buyurduğu âyetlerin mânalarını tekit edecek izahlarda bulunurlardı. Nitekim:
Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), bazen de âyetten kastedilen maksadı tayin ederlerdi. Nitekim: