DAHA CEHENNEME GİTMEDEN CEHENNEM AZABINI ÇEKER
Şirk ve dalâletin ve fısk ve sefahetin yolu, insanı nihayet derecede sukut ettiriyor. Hadsiz elemler içinde nihayetsiz ağır bir yükü zayıf ve âciz beline yükletir. Çünkü insan, Cenab-ı Hakkı tanımazsa ve Ona tevekkül etmezse, o vakit insan, gayet derecede âciz ve zayıf, nihayet derecede muhtaç, fakir, hadsiz musibetlere maruz, elemli, kederli bir fânî hayvan hükmünde olup, bütün sevdiği ve alâka peyda ettiği bütün eşyadan mütemadiyen firak elemini çeke çeke, nihayette bakî kalan bütün ahbabını bir firak-ı elîm içinde bırakıp, kabrin zulümatına yalnız olarak gider. Hem müddet-i hayatında gayet cüz’î bir ihtiyâr ve küçük bir iktidar ve kısacık bir hayat ve az bir ömür ve sönük bir fikir ile nihayetsiz elemler ile ve emeller ile faydasız çarpışır. Ve hadsiz arzuların ve makàsıdın tahsiline semeresiz boşu boşuna çalışır. Hem kendi vücudunu yükleyemediği hâlde, koca dünya yükünü bîçare beline ve kafasına yüklenir. Daha Cehenneme gitmeden Cehennem azabını çeker.
ELÎM BİR KORKU DEHŞETİ İÇİNDE...
Evet, şu elîm elemi ve dehşetli manevî azabı hissetmemek için ehl-i dalâlet, iptal-i his nev’inden, gaflet sarhoşluğuyla muvakkaten hissetmez. Fakat hissedeceği zaman, yani kabre yakın olduğu vakit birden hisseder. Çünkü Cenab-ı Hakka hakikî abd olmazsa, kendi kendine malik zannedecek. Hâlbuki o cüz’î ihtiyâr, o küçük iktidarı ile şu fırtınalı dünyada vücudunu idare edemiyor. Hayatına muzır mikroptan tut, tâ zelzeleye kadar binler taife düşmanları, hayatına karşı tehacüm vaziyetinde görür. Elîm bir korku dehşeti içinde, her vakit kendine müthiş görünen kabir kapısına bakıyor.
TESADÜF VE TABİATA HAVALE ETTİĞİ İÇİN...
Hem bu vaziyette iken, insaniyet itibarıyla, nev-i insanî ile ve dünya ile alâkadar olduğu hâlde, dünyayı ve insanı bir Hakîm, Alîm, Kadîr, Rahîm, Kerîm bir Zatın tasarrufunda tasavvur etmediği ve onları tesadüf ve tabiata havale ettiği için dünyanın ehvali ve insanın ahvâli onu daima iz’aç eder. Kendi elemiyle beraber insanların elemini de çeker. Dünyanın zelzelesi, taunu, tufanı, kaht u galâsı, fenâ ve zevali, ona gayet müz’ic ve karanlıklı birer musibet suretinde, onu tâzib eder.
Sözler, s. 710-11
LÛGATÇE:
abd: kul.
dalâlet: iman ve İslâmiyet’ten ayrılmak, azmak.
ehval: korkular.
fısk: Allah’a karşı isyan etme; günaha dalma; dinin yasakladığı kurallara aldırmama.
firak: ayrılık.
firak-ı elîm: acıklı ayrılık.
iz’aç: rahatsız etme.
kaht u galâ: kıtlık ve pahalılık.
makàsıd: maksatlar, gayeler.
mütemadiyen: devamlı olarak.
müz’ic: rahatsız eden, sıkıntı veren.
sefahet: dinen yasak olan zevk ve eğlencelere düşkünlük.
sukut: değerden düşme, alçalma.
şirk: Allah’a ortak koşma.
tâzib etmek: azap vermek.
tufan: çok şiddetli yağmur ve fırtına.
zeval: sona erme, yok olma.
zulümat: karanlıklar.