[Birkaç defa beraet kazanan Risale-i Nur’un birkaç vilâyette haksız müsaderesine dair, Nurun yüksek bir talebesinin mahkemesindeki müdafaasından bir parçadır. Bu müdafaa, bir takriz olarak buraya ilhakı münasip görülerek dercedilmiştir.]
Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesi Yüksek Makamına,Mahkeme-i âdilenizin huzuruna çıkmaktan fevkalâde memnunum.
Âdil mahkemeler; Kâinat Hâlıkının Hak isminin, Âdil isminin ve daha çok esma-i İlâhiyenin tecelligâhıdır. Hak namına hükmeden, Âdil-i Mutlak hesabına adalet eden ve hakikî, İslâmî bir adalet olan kürsî-i muallâ ne yüksektir, ne mübecceldir. Hak tanımaz mağrur zalimleri huzurunda serfüru ettiren, haksızları hakkı teslime icbar eden âdil mahkemeler, en yüksek tebcile ve en âlî ihtirama sezadırlar.
Zulüm ve gadirle hukuku ihlâl edilmiş, haysiyet ve şerefi pâyimal edilmiş mazlumların huzurunda ahz-ı mevki ile tazallüm-ü hâl eden bîçarelerin şu dünya-i fânîde ihkak-ı hak için mesned-i re’sleri, mahkemelerdir. Şu halde, ne şerefbahş bir taht-ı âlîdir ki; mazlumlara melce’ ve penah, zalimlere de hüsran ve tebah oluyor.
İnsanların ebrarını da eşrarını da cem’ eden huzur-u mehâkim öyle korkulacak bir yer değildir; belki muhabbete, hürmete lâyıktır.
Sultanlarla köleleri, asilzadelerle âhâd-ı nâsı müsavi tutan şu makam, saltanattan da mübecceldir. Hususiyle, bütün âlem-i insaniyete devirlerin, asırların akışı boyunca adalet dersini veren İslâm mahkemeleri; akvam-ı sairenin engizisyonlarına mukabil, adalet nurunu bîçare beşerin kara sahifesine haşmetle aksettirmiştir. Adliye ve adalet tarihimiz, bunun binlerle misaline şahittir.
İşaratü’l-İ’caz, s. 317
LÛGATÇE:
âhâd-ı nâs: sıradan insanlar.
ahz-ı mevki: mevki alma.
akvam-ı saire: diğer milletler.
ebrar: hayır sahipleri, sâlihler, iyiler.
eşrar: şerliler, kötüler.
Hâlık: yaratıcı, yoktan var eden, Allah.
huzur-u mehâkim: mahkemelerin
huzuru.
mesned-i re’s: başvurma yeri,
müracaat makamı.
müsadere: toplatma, elden alma.
müsavi: eşit.
penah: hamî, koruyucu.
takriz: övgü yazısı.
tazallüm-ü hâl: halinden şikâyet etme.
tebâh: tükenme.
tecellîgâh: tecellî ettiği, göründüğü yer.