Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı; yarın ise, senin elinde senet yok ki, ona maliksin. Öyle ise, hakikî ömrünü bulunduğun gün bil.
Lâakal, günün bir saatini ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at.
Hem bil ki, her yeni gün, sana, hem herkese bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir hâlde gider. Senin aleyhinde âlem-i misalde şehadet eder. Zira herkesin, her günde, şu âlemden, bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyeti o adamın kalbine ve ameline tâbidir. Nasıl ki âyinende görünen muhteşem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise, siyah görünür; kırmızı ise, kırmızı görünür. Hem onun keyfiyetine bakar; o âyine şişesi düzgün ise sarayı güzel gösterir, düzgün değil ise çirkin gösterir. En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü, sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle kendi âleminin şeklini değiştirirsin; ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin. Eğer namazı kılsan, o namazın ile, o âlemin Sâni-i Zülcelâl’ine müteveccih olsan, birden sana bakan âlemin tenevvür eder. Âdeta namazın, bir elektrik lâmbası ve namaza niyetin, onun düğmesine dokunması gibi o âlemin zulümatını dağıtır. Ve o herc ü merc-i dünyeviyedeki karmakarışık perişaniyet içindeki tebeddülât ve harekât, hikmetli bir intizam ve manidar bir kitabet-i kudret olduğunu gösterir, “Allah göklerin ve yerin nurudur. (Nur Suresi: 35)” ayet-i pürenvârından bir nuru senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in’ikâsıyla ışıklandırır. Senin lehinde nuraniyetle şehadet ettirir.
Sakın deme: “Benim namazım nerede, şu hakikat-i namaz nerede!” Zira bir hurma çekirdeği, bir hurma ağacı gibi, kendi ağacını tavsif eder. Fark yalnız icmal ve tafsil ile olduğu gibi, senin ve benim gibi bir âmînin –velev hissetmezse– namazı, büyük bir velînin namazı gibi şu nurdan bir hissesi var, şu hakikatten bir sırrı vardır –velev şuurun taallûk etmezse. Fakat derecata göre inkişaf ve tenevvürü ayrı ayrıdır. Nasıl bir hurma çekirdeğinden tâ mükemmel bir hurma ağacına kadar ne kadar merâtib bulunur; öyle de, namazın derecatında da, daha fazla merâtib bulunabilir. Fakat bütün o merâtibde, o hakikat-i nuraniyenin esası bulunur.
Sözler, s. 305
LÛGATÇE:
âlem-i misal: dünyadaki varlık ve hâdiselerin görüntülerinin yer aldığı âlem.
âmî: avam, halk tabakasından olan.
âyet-i pürenvâr: nurla dolu ayet.
herc ü merc-i dünyeviye: dünyadaki karışıklıklar.
icmal: özet, kısaca ifade etme.
in’ikâs: aksetme, yansıma.
inkişaf: ortaya çıkma, belirip görünme.
kitabet-i kudret: kudret kalemiyle yazılmış yazı.
lâakal: en azından.
malik: sahip.
merâtib: mertebeler.
misillü: benzeri.
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi, her şeyi sanatla güzel yaratan, Allah.
sandukça-i uhreviye: ahiret amellerini içine alan manevî sandıkçık.
taallûk etmek: ilgisi, ilişiği olmak.
tavsif etmek: özelliklerini ortaya koymak, nitelemek.
tebeddülât: değişiklikler.
tenevvür etmek: nurlanmak, aydınlanmak.
zulümatlı: karanlık.