(Dünden devam)
Mehmed Kayalar’ın Müdafaasından:
Kahraman ecdadımızın bu kadar ulviyetinin sırrı, kalplerinde Allah korkusunun mevcudiyetiyle, Kur’ân nurunun ve nihayetsiz feyzinin ruhlarında yerleşmiş olması ve kudsî hakaika karşı sonsuz ve nihayetsiz derecede merbutiyetleridir. O mübarek ecdaddan bize tevarüs eden, Allah ve Kur’ân için akıttıkları kudsî kanlarının hâlen eserleri bulunan bu yurtta ve aziz canlarını feda ettikleri şu memlekette, “Kur’ân’ın kudsî hakikatlerine hizmet ediyor, Kur’ân’ın tefsirini okuyor, evinde bulunduruyor” kaydıyla mahkemenin huzuruna sevk edildim.
Evet, muhakememiz şahsımla alâkadar olmaktan ziyade, Risale-i Nur’un muhakemesidir. Risale-i Nur ise, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın semavî ve kudsî hakaikının tereşşuhatı olmak hasebiyle, o yüksek eserlerdeki kıymet doğrudan doğruya Kur’ân’a aittir. Şu halde, muhakeme de Kur’ân’ın muhakemesidir. Ehl-i tevhidin kitabı olan Kelâmullah, bütün âyât ve beyyinatıyla Hâlık-ı Kâinat’ın vahdaniyetini ve ehadiyetini ilân ediyor.
Kur’ân’ın ehl-i ukulü hayrette bırakan i’cazı, belâgat ve fesahati, nihayet derecedeki yüksek üslûbu, selâset-i beyanı, elhâsıl sonsuz bedâyi’ ve câmiiyeti ile ins ve cinnin kıyamete kadar gelecek ihtiyacatına ekmeliyetle kâfi gelmesi, dünya ve ahiret saadetinin rehberi bulunması ve bütün asırlardaki tabakat-ı beşere hitap etmesi ve Kâinat Hâlıkı’nın marziyatını kullarına bildirecek âyât ve beyyinatı tefsir ve izah edecek mütehassıs ehl-i ilmin bulunması zaruretine binaen, her asırda gelen binler müdakkik ehl-i ilim, yüz binlerle Kur’ân tefsirlerini meydana getirmişler, bütün asırları Kur’ân’ın nuruyla ışıklandırmışlardır.
İşte, Risale-i Nur da bu asırda Kur’ân’ın feyziyle vücud bulan, beşerin tekemmülâtına uygun olarak Kur’ân’ın gösterdiği mu’cizeli hakikatlerin bu tekâmül ile saha-i fiile konulduğunu bildiren ve asrın idrakine hitap eden gayet kudsî bir tefsirdir. Kur’ân, baştan başa tevhid-i İlâhîyi ilân ediyor; Risale-i Nur da, iman-ı billâhı gösteren ve hakaik-ı imaniyeyi ders veren ayetleri tefsir ediyor.
İşte muhakemenin asıl mevzuu budur.
İşaratü’l-İ’caz, s. 318
LÛGATÇE:
bedâyi’: eşi benzeri olmayan güzellikler.
belâgat: sözün tesirli, güzel ve hitap edilen kimseye, içinde bulunulan duruma uygun düşecek şekilde söylenmesi.
beyyinat: deliller.
ehadiyet: Allah’ın birliği, tek tek her şeyde görünen birliği.
ehl-i ukul: akıl sahipleri.
fesahat: kelimelerin ve cümlelerin lafız, mânâ, âhenk ve kurallara uygunluk bakımından yerinde, düzgün ve doğru olması.
Hâlık-ı Kâinat: kâinatın yaratıcısı, Allah.
i’caz: mucizelik.
marziyat: razı olunacak şeyler, Allah’ın rızasına dair olanlar.
merbutiyet: bağlılık, mensup oluş, mensubiyet.
selâset-i beyan: anlatımın açıklığı.
tekemmülât: gelişmeler, ilerlemeler.
tereşşuhat: damlamalar, sızıntılar.
tevarüs etmek: miras olarak geçmek.
vahdaniyet: Allah’ın birliği.